13 Ocak 2016 Çarşamba

Kesip atın artık şu lanet erkekliğinizi!



"Cinselliği bu kadar az yaşayıp bu kadar fazla düşünen bir toplum iflah olmaz!
Bir taraftan ağzın salyalı dolaş...
Diğer taraftan kadını her fırsatta gizle, bir yerlere tık, kapat, ört...
Sokağa çıkmasın!
Çıkarsa sağa sola bakmasın!
Bakarsa da gülmesin!
Aman orasını burasını açıp göstermesin!
Dizilerde öpüşme sahnesi falan bulunmasın!
Dini bütün liderlerimizin yanından geçtiği mağaza vitrinlerinde tahrik edici mankenler olmasın, olursa bile üstleri kapansın!
Kızlarla erkekler aynı bankta oturmasın!
Aynı evde, haşa, oturmasın ve yatmasın!
Aynı otobüse binse bile aralarına sınır çekilsin!
Nişanlılar bir an önce evlensin, evlenmese bile birbirine yanaşmasın, değmesin!
Delikanlıların bir an önce "başı bağlansın"! Yoksa maazallah, (b) ellerinden bir kaza çıkar, münasip olmayan kadınlara "sarkabilirler"...
Ki bütün bu durumlar, milletimizin örf ve ananelerini derinden şey edebilir...
Aşk, duygular falan kafaya fazla takılmasın! Evlenince olur onlar, olabildiği kadar... Aşkı aramak için sakın ola ki flört edilmesin!
Şöyle olmasın, böyle olmasın, şu yapılsın, bu yapılmasın!!!
Eee, yeter be!..
Yeter artık!
Kimsiniz siz?
Ne hakla her yere koca burnunuzu sokuyorsunuz?
Her şeyde seks tehlikesi aramak, durmadan cinselliğin kokusunu sürmek, bulup (ya da bulmadan da olur) her meseleye müdahale etmek, kadınla erkeğin arasında 7/24 hakemlik taslamak, kadınlara erkek için doğal olan bir sürü şeyi yasaklamak...
Sizin haddinize mi?
Din sizin elinizde koca bir topuz olacak, sağa sola ha bire sallayıp duracaksınız, ha!
Ama kendinizin ve aynı şekil bıyık kırptıklarınızın ayıplarını her türlü kapatacaksınız...
Dört hatunu götürün...
Fazlasının tadına bakmadan muta nikâhı falan uydurun...
Münasip duaları okur, ara sıra da Umre falan yaparsanız, her şey helal size!
Yürüyün, kim tutar!
Ama toplum, yani sıradan kullar uyanmasın!
Kadınların oraları buraları gün ışığına çıkmasın!
Gölgeli hali bile görülmesin, çünkü gölge ve karanlık daha da tahrik edicidir.
Tahrik ki tüm kötülüklerin ebesidir, anasıdır, babasıdır, şeytanıdır...
Tahrik ki her tarafını örttüğün bir kadının el ve ayak bileğinden bile süzülüp günaha davet edebilir.
Tahrik olma özelliği, insanın (yani aslında erkeğin) en temel zaaflarının başında gelir.
Adam tahrik olunca yapacak bir şey kalmaz haliyle, günahın işlemesi tabiidir. İş ki, tahriki doğuracak unsurlar önceden görülüp önlensin...
Bu laflardan, uyarılardan, yasakçı ciddiyet maskeli sahte suratlardan, fıldır-fıldır telaşlı ve sinsi gözlerden, her türlü pisliği yapacak kabiliyette olup da kamera önünde riyakâr bir pozla göbek üstünde uysal birleştirilmiş ellerden, yerli yersiz tartışmalardan, karşı tarafın aklı ve fikri ağır basınca çekilen fırçalardan ve tehditlerden, kendi menfaatiyle görüşünü devletin kanunu ve Allah'ın emri gibi göstermelerden, içinde vicdan ve adalet olmayan sarıklardan, cübbelerden, zengin bütçelerden, pahalı arabalardan, olur olmaz yerde otorite taslamalardan bıktık usandık!..
"Alevilerle evlenilir mi hocam?"
"Müslüman olan Müslümanla evlenir, çekirge."
"Alevi olanı ne zaman attın Müslümanlıktan, ey hoca? O da mı millet iradesiyle sandığa gömüldü?"
"Ayrıca Müslüman olmayanla evlenen on binlerce Müslüman var. Senin bu kerametinden sonra hepsinin ailesi tez başlarına yıkılsın mı?"
Her gün bu zırvaları okuyor, izliyor, konuşuyoruz.
Şimdi de Diyanet'e bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu'nun acayip bir soruya ("Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşür mü?") verdiği cevapla sarsıldık. Gelen yoğun tepkiler sonucunda siteden çıkarıldığı bildirilen cevapta neler deniyor neler:
"Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikahının ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikaha bir etkisi yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, el-Kavaninü’l-Fıkhiyye, 138). Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda, kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması, ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbisesinden tutarak, ya da vücuduna bakıp düşünerek şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır (Merğinani, el-Hidaye, I, 192; Mevsıli, el-İhtiyar, III, 109)."
Şu laflara bakın siz!
"Babanın şehvetle kızını öpmesi..."
"Teninin tenine değmesi... altının sıcaklığını iletecek ince bir örtü..."
"Vücuduna bakıp düşünerek şehvet duymak..."
"Erkeğin organında uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının kalbinin heyecanla çarpması..."
Ne diyorsunuz siz ya?
Ne sapık laflar bunlar!
Siz kendi kızınıza (ah, evet, tabii, şayet o 9 yaşının üstündeyse) böyle mi bakıyorsunuz?
Kendi evladınıza şehvet mi duyuyorsunuz?
Size baba diyen, korumanız altındaki masum bir çocuğu görünce o lanet olası erkeklik organınız uyanıyor mu?
En azından böyle bir rezillik mümkün olabilir mi? Tartışılabilir mi?
Bilmem hangi dini kaynaktan yapacağınız alıntıları pis hırsınıza destek yaparak kızınıza sataşmanın "gerekçe"sini mi oluşturacaksınız?
"Tahrik" alanınız ne kadar da geniş!
Kesip atsanız şu lanet olası erkekliğinizi de, siz de kurtulsanız, biz de kurtulsak!..
Belki de sizin yaklaşımınız farklıdır: Siz besleyip büyüttünüz, onca yatırım yaptınız, bütün hakları sizde...
"Bu ağaç benim, meyvesini yemek de ilk önce benim hakkım", öyle mi?
Haklısınız, "mülkiyet" kutsal, iktidar sınırsız.
Bu yaklaşımla her şeye "sahip olmak", her şeyin "ırzına geçmek" mümkün.
Küçük (ama tabii 9 yaşından büyük) öz kızınızdan tutun...
Tepeden tırnağa "kendinize ait" saydığınız memlekete kadar..."

(Hakan AKSAY)


2 Ocak 2015 Cuma

babama dair bi'şeyler


Benim babam klasik bir adamdı  
Serçe parmağını tutturur, yanında yürürken tek duyulan ses cebindeki anahtarların şıkırtısı olurdu. 
Babam bir ses olsaydı ya anahtar sesi olurdu ya da öksürük. 
Çok sigara içer bolca öksürürdü.
Pazar sabahları herkesten önce uyanır alışverişe gider sıcacık ekmeğin kokusuyla uyandırırdı bizi.
Bazen mutluluktan ne yapacağımı şaşırır tepesinde zıplardım.
Öyle çok şey görmüştü ki hayatta.İmrenirdim hayatı bu kadar iyi tanımasna.
Öyle kültürlü bir adamı değildi benim babam daha sıradan daha orta düzey bir işletmeciydi ama kesilikle diğerlerinin babaları gibi gelmezdi bana,değildi de.
Hayatın uç noktalarını görmüştü. 
Dibe vurmuşluğu da vardı, bunu fırsata çevirip yukarıya zıplamışlığı da.
Çok hırslı bir adamdı benim babam.
İşsizliği işe çevirip taşı sıkıp suyunu evine getirirdi.
Hayatını kaleme alsalar leziz bir roman olurdu. 
Rakı sofraları kurar kadeh tokuştururduk baba-kız.
Çocukluğundan girer anneme olan aşkından çıkardı.
Annemi görebilmek için tüpçü de olmuş şoför de. 
Evlendiklerinde hiçbir şeyleri yokmuş mesela.
Hepsini sırtsırta vererek yapmışlar.
Çok yufka yürekliydi babam paylaşmayı sever asla esirgemezdi bir şeyini.
Toprağı bol olsun.
Hiç unutmuyorum ölümünden yaklaşık 6-7 ay önceydi sanırım.
Kırmızı bir arabası vardı. 
Öyle pahalı lüx bir araba değil aksine alabildiğine ucuz ama bakımlı 2 bine alıp 15 bin harcadığı gözü gibi baktığı arabası. 
Benim iş yerime gelmek istemiş, daha önce hiç gelmemişti. 
Telefonda konuştuk ama anlaşmamız zor oluyordu artık. 
Konuşulanları tam anlayamıyor, doğru kelimeleri bularak cevap veremiyordu.
İş arkadaşım iş yerimin yakınlarında, arabadan tanımış tuttuğu gibi getirmiş, sağ olsun. 
Bizimki çocuklar gibi mutlu çünkü kendi başına taaa Bahçelievlerden Şişliye gelmiş. 
Kızını ziyarete. 
Herkesle tek tek tokalaşıp selamlaştı. 
Çocuk gibiydi. 
Onu sürekli yemek yediğimiz otele götürdüm. 
Küçükken onun beni restauranta götürüp ben yemek yerken beni izlemesi gibi o gün de ben onu izledim. 
O yedikce ben doydum. 
O güldükçe ben sevindim. 



Ben o gün yıllar önce babamın bana bakarken ne hissettiğini anladım.


Bu gün de ne kadar çok özlediğimi.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Ölüm

Ölüm.

Merak ettiğim ve ısrarla merak edeceğim -ne zamana kadar olacağını henüz kestiremedim- tek konu ne zaman öleceğim? Nasıl olduğu konusunda türlü alternatifler olsa da tek birine kendimi yakın görüyorum.

İnsanlar sevdiklerine ölümü yakıştırmazlar bu yazımı okuyan bir çok kişi belki bana da yakıştırmayacak ama hayatımızın bir gerçeği, hatta en büyüğü.

Doğum kadar ölüm de normal sayılıp konuşulabilse keşke; ''ahh çok karamsar şeyler bunları başka konu mu yok bahsedecek yahu diye'' bölünmese konuşmalar. Açık açık ''Yahu ben şöyle ölmek isterdim.''.''Böyle yaşamımın bitmesini isterdim.'' diye tartışsak mesela. Çok şey değil. burnumuzun ucunda bu olay her gün bir yakınımızın yakını ya da bizim en yakınımızın ölüm haberi geliyor, gelmiyor mu? Eee o zaman konuşmaktan kaçmak ne? hayır yani konuşmazsak, anlatmazsak bizim başımıza gelmeyeceğini mi sanıyoruz hala?


Tamam kötüyü çağırmak,  beyinde büyütmek gibi şeylere ben de inanıyorum. Ama bu kadar hayatın kendisi olan bir konuyu da anlatmak, tartışmak istiyorum.

Gelelim bu konu hakkındaki beni konuşturmadığınız; dinlemekten, konuşmaktan, tartışmaktan korktuğunuz düşüncelerime;
Ben çok yaşlanacağımı sanmıyorum. En fazla babam gibi 55'i görürüm sanırım.
Doğal yollarla ölmek mi? Güldürmeyin beni.
Bir bakın çevrenize kim doğal yollarla ölüyor ki artık.
Birincisi doğal beslenmiyoruz.
Doğal beslenmeye çalışsak; saçmalıyoruz.
Zevk veren hoşumuza giden  her şey ömrümüzü kısaltıyor.
Bakınız şaraplar, pizzalar, hamburgerler, biralar, rakılar, -bir çoğunuzun hoşuna giden ama benim ısrarla nasıl bir zevk verdiğini anlamadığım;sigara- .
Şimdi hem bunları ye-iç hem de ''80-90 yaşıma kadar yaşayacağım.'' de olacak şey mi?

Her beş kişiden birini yakalayan çağımızın gribi; kanser. Ben kanserden öleceğimi düşünüyorum mesela ve bundan korkmadan açık yüreklilikle söyleyebiliyorum. Bu yakıştırmak ya da hastalığı hafife almak -ki zaten hafife alınacak bir hastalık olsa en sevdiklerimizi uğruna vermezdik- değil.

Bu benim 6.his mi? dersiniz, önsezi mi?, kendini bilmek mi?, saçmalamak mı? Bilemem ben böyle hissediyorum.

Ve hayatta öğrenmek istediğim en büyük şey; ölüm tarihim.
Bence herkesin bunu bilmeye hakkı var. Gelecek için yırtınan insanlar; işte o zaman anı yaşamayı öğrenecekler bence.

Sizi endişelendirmek, üzmek istemem.
Önümüzde uzun bir hayat var ama siz yine de geçmişe ve geleceğe çok bel bağlamayın.

Anı yaşayın, mutlu ölün.








24 Aralık 2013 Salı

söz.

Sadece gözlerini görmek isterdim bir kez daha,
O bal rengi gözlerini.
Boynuna burnumu dayayıp kokunu çekmek isterdim içime.
Ellerini...
Ellerini tutmak isterdim,
Bir kez daha,
Hiç bırakmayacakmışcasına.
Hani küçükken serçe parmağını tuttururdun ya bana,
Küçük ellerime bi' tek o parmağın sığardı,
Öyle güven verirdi ki bana yanında olmak varlığını hissetmek.
Şimdi sadece son bir kez görmek istiyorum seni,
Bir kez...
Bir kaç saniye,
Sarılmak istiyorum,
Sonra yine,
Gitmene izin vereceğim,
Söz veriyorum.

2 Ekim 2013 Çarşamba

işte öyle.

İstemek ya da istememek değil aslında bu,
sıkılmak ya da sıkılmamak da değil.
Hele sevmek sevmemek meselesine hiç girmeyelim
Olmaz bazen çok istesen de, beklesen de .
İstediğin gibi ya da
İstediğini sandığın gibi hiç olmaz.
Mutlu olmak öyle zor
Öyle uzakta gelir ki sana.
Uzaklaştığını hissedersin her şeyden , herkesden
Koşmak istersin
Her şeyi, herkesi arkanda bırakarak
Koşmak....
Koşsan gitsen sanki kurtulabileceksin bu berbat duygudan
Sevgisizlik mi içini bu kadar karartan
İlgisizlik mi bilinmez.
Ama kırıldığın
Darıldığın besbelli.



27 Mart 2013 Çarşamba

karanlık şiir

Yazıp siliyorum şimdilerde...
Ne içimdeki fırtınaları anlatmaya kelimeler yetiyor,
Ne de boşluğu doldurmaya mürekkebim.

Üşüyorum...
Hayır kışın geri gelmesi değil tabi ki sebebi,
İçimde dolaşan kara bulutlar.

Arıyorum...
Sırtımı dayayacak sağlam bir duvar,
Köklerimi salacağım verimli bir toprak.

Özlüyorum...
Özledikçe daha çok özlüyorum çocukluğumu
Sorumluluklarımdan kaçmak, saklanmak istiyorum.

Uzaklaşıyorum...
Saflığımdan, temizliğimden.
Hayatın beni kirletmesine göz yumuyorum.

Ağlıyorum...
Kimselerin olmadığı, duymadığı
Karanlık gecelerde, gözyaşlarımı içime akıtıyorum.

Kanıyorum...
Gögüs kafesime çarpan ruhumla
Daha da acıyor kalbim, kanıyorum.


15 Ocak 2013 Salı

yalnızlık ömür boyu.



Yazıp sildiğim bütün yazılarda yalnızlıktan bahsetmiştim oysaki, yalnız kelimeleri birbiri ardına sıralayarak yalnızlıktan kurtardığımı var sayarak mutlu olmuş; içimdeki kalabalık yalnızlıktan biraz olsun uzaklaşmıştım.

Neden bir çok insandan daha şanslı olduğu halde kendini mutsuz, huzursuz  hisseder ki insan?
Elindekiler için şükretmek yerine neden hep bir şeylerin eksikliğini hisseder?
Yalnızlıktan korktuğu halde neden etrafındaki herkesten soyutlar kendini?
Yalnızlık öyle göreceli öyle ucu bucağı olmayan ele avuca sığmayan yaramaz bir duygu ki. Sizi nerede sarıp sarmalayacağı nerede yüz üstü ama mutlu bırakacağı belli olmuyor çoğu zaman. Yalnızlıktan zevk duyan insanların acizliğini de gördüm bu hayatta yalnızlıktan korktuğu için en olmadık limanlara saklananları da.
Aslında her şey onu kabullenmekle başlıyor; korkular kayboluyor soğuk karanlık odalardaki gölgeler yerini güneşin sıcaklığına bırakıyor. Yalnızlık paylaşılmıyor ne yazık ki. Bizimle birlikte doğuyor, bizimle birlikte yaşıyor.